Kaçak Gelin filmini hatırlayan var mı? Hani kadın düşmanı gazeteci rolündeki Richard Gere bir gün bir barda duyduğu bir kaçak gelinin hikayesini yazıyor. Yazdığı yazıda defalarca nişanlanmış, ancak her seferinde onu kilise mehrabında bekleyen adamı bırakıp kaçan gelin rolündeki Julia Roberts’tan bahsediyor. Gere, hikayeyi çok ilginç bulduğu için atlayıp Roberts’in yaşadığı şehre gidiyor. Roberts yine nişanlı. Dördüncü defa. Bu seferki damat adayı, kendisinin farklı olacağını düşünüyor. Roberts bir şekilde hikayesini Gere’e anlatmayı kabul ediyor. Gere, Roberts’in kesinlikle bir erkek düşmanı olduğundan emin. Ancak hikaye ilerledikçe kendini ona kaptırırken buluyor. Büyük aşk, BAM! Roberts tabii ki bu sefer de kaçıyor. Gere’e aşık oluyor; Gere de ona. Ama Gere çok önemli bir şey farkediyor. Roberts, yumurtasını nasıl sevdiğini bilmiyor. Gerçekten, metafor olarak değil. Haşlanmış mı, göz mü, çırpılmış mı? Julia; bilmiyor.
Siz yumurtanızı nasıl seviyorsunuz? İlişkilerinize göre yumurta tercihinizin değişmesi ne demek? Bağlı olmakla bağımlılık arasındaki fark ne? Varoluşçu bu soruların ardındaki derinliği "Attached: The New Science of Adult Attachment" (Bağlı: Yetişkin İlişkilerin Yeni Bilimi) adlı kitapta buldum.
Kitapta son zamanlarda sosyal esenlik başlığı altında, özellikle de yurtdışında çok konuşulan “bağlanma teorisi” detaylı olarak anlatılıyor. Bu teori, insan ilişkilerinde bağlanma şeklimizin yetişkin hayatımızdaki kişisel gelişimimize etkisini analiz ediyor. Netleştirecek olursak bir kişinin duygusal ve fiziksel olarak başka bir kişiye bağlanabilmesinin bağlanan kişiye denge ve güvenlik hissi getirdiğini; dolayısıyla güvenli bağlanabilen kişilerin çok daha fazla risk alabilen, deneysel yaklaşabilen ve gelişebilen kişiler olduklarını savunuyor. Kitaptaki romantik kısımlara girmeden bu teorisinin işte nasıl kullanılabileceğini anlatmak mümkün değil. O halde gelsin dırıdırdırıııı!
Attached’e göre, dört çeşit bağlantı kuran insan var;
Güvenli (Secure)
Endişeli (Anxious)
Kaçınmacı (Avoidant)
Endişeli & Kaçınmacı / Dağınık (Anxious & Avoidant / Disorganized)
Sadece çocukluğumuz değil, sonrasındaki ilk bağlanma deneyimlerimizle de hayatımızın geri kalanında kuracağımız bağlantı modeli şekilleniyor.
Teorinin çıkış noktası 1970 yılında Ainsworth ve Bell tarafından yapılan anne-çocuk deneyine dayanıyor. Burada anne, çocuk ve gözlemci bir odada oyun oynuyorlar. Bu sırada anne sessizce odadan çıkıyor. Çocuk bunu farkettiğinde rahatsız oluyor ve tepki veriyor. Anne odaya geri geldiğinde farklı bağlantı kuran çocukların tepkilerinin birbirlerinden değişik olduğu gözlemleniyor;
Güvenli; anne odaya girer girmez neredeyse hemen sakinleşiyor. Annenin yanında biraz kaldıktan sonra oynamaya devam ediyor. Anneyi “güvenli liman” olarak kullanıyor.
Endişeli; anne odaya geri geldiğinde hemen sakinleşmiyor. Annenin hem gitmesi hem de dönmesi konusunda çok tepkili.
Kaçınmacı; anne odaya girince çok tepki vermiyor. Oyuna anneyi dahil etmiyor. Gözlemci ile anneye duruşu neredeyse aynı.
Dağınık; anneye yaklaşıyor ama değişik sinyaller veriyor. Sırtı dönük. Farklı anlarda hem endişeli hem de kaçınmacı davranıyor.
Bunu aşk hayatına vurduğumuzda, misal, Sevgililer Günü konusunda şu tarz yaklaşımlar bağlantı modellerini net anlatıyor;
Roberts mesela filmde bence net dağınık bağlı. Adamları bırakıp kaçarken kaçınmacı; ancak onların yumurta tercihlerine uymazsa sevilmeyeceğini düşünüp zırt pırt tercihlerini değiştirdiği, hayır diyemediği için endişeli bağlantıda. Kafalar karışık. Attached’e göre insanların %50’si güvenli, %20’si endişeli ve/veya kaçınmacı, geri kalan %10 ise dağınık bağlı.
Bunun yansıması iş yerinde nasıl oluyor?
Endişeli bağlantı modelinde müşteri, üst yönetici ya da çalışma arkadaşlarınızdan gelen bir e-mail, yüz yüze görüşme sırasında onların yaptığı bir yorum ya da telefon görüşmesi sırasında yakaladığınız ufacık bile negatiflik birden bire kocaman bir tehdit olarak algılanıyor. Bir anda bu sinyal, sizi uyarıyor. Bir anda üstünde çalıştığınız, odaklanmanız gereken o koca sunum ya da Excel’i kenara atıp panik moduna geçiyorsunuz. Hemen problemi çözmek için kolları sıvıyorsunuz. Sürekli e-maillerinizi kontrol ediyorsunuz çünkü her an kocaman bir bomba patlayabilir. Patronunuz sunumun gayet iyi olduğunu söyledi ama siz onu daha da mükemmel hale getirmek için sabahlıyorsunuz. Müdürünüz bu sabah Ayşe’yi övdü ancak bu sırada sizden bahsetmedi; kesinlikle kovulmak üzeresiniz. Hiçbir şeye hayır demiyorsunuz çünkü derseniz yerinize biri getirilebilir. Patronsanız tüm çalışanlarınızın duyguları ve tepkileri bir tehdit. Hepsi hızlıca bugün greve gidecek. Yeni işe aldığınız zıpçıktı çocuğun toplantıdaki son cümlesi kesinlikle size saygı duymadığını gösteriyor; onu hemen kovmak gerek. Sürekli uyarılmış gezen bir sinir sistemi, kafada mütemadiyen savaş ya da kaç (fight or flight) modu endişeli bağlantı kuranlarımızın en net özelliği. Özellikle kaçınmacı bağlantı kuran bir ya da daha fazla ekip arkadaşı ile çalışıyorsanız eyvah. Neden?
Basit bir örnekle anlatmak mümkün.
Kaçınmacı bağlantı kuran, hani, lisedeki piç çocuklar olurdu ya ölürdük, bir mesaj atar, bir bakış atar, sonra kaybolur ama sonra iki gün sonra geri gelir, biraz daha ilgi alaka verir, ama sonra yine kaybolurdu. Biz de bu gel-git’le yaşadığımız o endişeli ve iniş-çıkışlı sinir zıplamalarını aşk sanardık. Onun gibi bir şey. Endişeli bağlantı modeline sahipseniz, çevrenizde kaçınmacılar olduğunda daha yükselmiş hissetmeniz çok normal. Sadece hatırlamak gerekiyor; aşk bu değil!
Endişeli bağlantı modeli ile etrafta açık yara gibi gezerken ne yapmalı? Mindfulness denildiğinde artık birilerinin kafasına tuğla atmak istesem de en iyi adımlardan biri bu. Derin nefes. Sinir sistemim atağa geçti. Bu aslında gerçek değil. Dünya yanmıyor olabilir. Bunu sadece ben düşünüyor olabilirim. Her şey iyi olacak. Amin. Belki bundan sonra bir adım daha ileriye gitmek de bir fikir; işten çıktığınızda sinir sisteminizi uzaya zıplatmayı engelleyecek bazı yöntemler mesela. E-posta’lara erişiminizi kapatacak şu app’ler, kendinizi acayip kaptırıp gideceğiniz bir hobi (kurgu kitaplar, koşu?) ya da arkadaş sohbetleri süper birer alternatif. Sürekli terk edilme, bırakılma, ihtiyaçlarım karşılanmayacak endişeleri içinde yüzen bir beyne belki de iyi gelecek bir başka ilaç da “en kötü ne olabilir ki?” sorusu. Kovuldum, OK. Ee, dünyanın sonu değilmiş, öyle değil mi? tadında bir yaklaşım.
Kaçınmacı bağlantınız olduğunu nasıl anlarsınız? Ah. Siz herkesten daha akıllısınız ve diğer herkes sizden daha aptal. Ya da belki aptal değiller ama sizin kadar akıllı kesin değiller. Net. Kararları siz verirsiniz, diğerlerinin ne düşündüğü çok da umrunuzda değildir, ayrıca işler tam da istediğiniz gibi olmazsa hemen micromanagement kafasına girip didik didik yapılan işi kurcuklamaya başlarsınız. Takdiri az, eleştiriyi bol kullanırsınız. Başkalarının önemli bulduğu değil, kendi önemli bulduğunuz işler üzerinde; özellikle de onlar konusunda başarılıysanız saatlerce çalışabilirsiniz. Patron sizseniz işteki ilişkilerinizde iddiacı derecede süper netsinizdir, duygusal yakınlık kurmazsınız, pozitif ilişki kurmuşluğunuz 1992 yılına dayanıyordur ve işte en derin ilişkiniz öğle yemeklerinde serptiğiniz tuzluklardır.
Kaçınmacıysanız ne yapmalısınız? Size çare yok.
*Ehm, ailenizde kaçınmacılar varsa böyle tepkili olabiliyorsunuz. Lütfen kafanızı sallayıp geçiniz. Empati. Tek çaresi. Bir doz. Acaba bu insan ne demeye çalışıyor? Acaba ağzından çıkan şeyden öğrenebileceğim bir şey var mıdır? Bu ses yine konuşmaya başladı bırbır, hemen bu ilişkiden kaçıp soğuk duracağıma kırılganlığa eğilmeye ve bu insanı dinlemeye ne derdim acaba? Çünkü ortada bir durum varsa bunu anlamak benim de kendimi geliştirme ve BU MÜKEMMELLİĞİME daha da mükemmellik katmama (öyle değil mi?) vesile olacak. Amin.
Dağınık’lar? Aynen endişeli bağlantı modelindeki gibi e-mail gelir, panik oluruz ancak endişeli gibi hemen yanıtlayıp potansiyel bir dünya savaşını engellemek yerine hiçbir zaman o e-maili açamayız. Tekrar tekrar dönüp e-mail’e bakarız. Açamaz, daha da panik oluruz. Dünyamıza hoşgeldiniz. Burada her şey birikir, aksiyon alınamaz, işler daha da birikir, bütün hepsinden kaçmak için sosyal medyaya girer, masamızı toplarız.
Çözümü? Derin nefes. Önce ufacık bir iş halletmece. Misal, sabah en erken, en güçlü, en cesur saatimizde bir e-mail açmaca. Ya da haftalardır ertelenen o önemli proje için sadece 15 dakikalık odaklı kapanıp çalışmaca. Sonra bir iş, bir iş daha. Zaten o güven gelince kafa göz işlere dalmak kolay olacak. Bir de tabii, aynen endişeli bağlantılılar gibi farkındalık, farkındalık, farkındalık.
Güvenli bağlananlar? Zaman yönetimleri iyidir. Hayır demeyi bilirler. İşler geldikçe sıraya koyarlar. Yeterince iyi olduklarını bilirler ancak yeri geldiğinde de destek isterler.
Kulağa çok çok iyi geliyor değil mi? No sweat - kolaycacık. Hepimiz nasıl güvenli bağlantı modeline geçeriz peki?
Onun da detayı haftaya! O zamana kadar; güvenli bağlanınız, güvenli kalınız.
Yazan: Melis Abacıoğlu
Derleyen: Sine Hösükoğlu